25 Ağustos 2011 Perşembe

Ütopya

Kucaklayabilsem denizi .
Kollarımı açsam ,yüzüme çarpsa tüm su,
Beni düşüremeye gücü yetmese, aksa saçlarımdan her bir damlacık,
Balıklar çarpa çarpa yüzerek geçse ayaklarımdan.
Yosuna koksam, genizlerimi yaksa tuzlu su, sonra boğazımı..
Gözlerimi açtığımda derinlerde bulsam kendimi, çok aşağılarda.
Yeryüzünden bir parça kopuk.
O dipsiz mavi de gördüğüm ilk kırmızı balık sürüsüne takılsam.
Durmadan yüzerken,kulağım da suyun söylemekten bıkmadığı melodisine,
Aklımdan sözler yazsam.
Deniz kızı değilim ki ben.
Bir kuyruğum yok, içine su dolan ciğerlerim de..
Sadece rüyalar da kaybolmuş zavallı bir çocuğum ben.
Gökyüzüne sarılmak istiyen, bulutlara sokulmak.
Tüyden bile daha hafif, serseri bir uçurtma gibi savrulan, amaçsızca.
    ***
Uyanmaktan korkuyorum.Tekrar nefes almaktan.
Ayaklarım toprağa değsin istemiyorum.
Sadece özgür olmak istiyorum ben.
Kar taneleri kadar temiz olsun ruhum.
Bu kez içimi açsam gökyüzüne.
Kalbimizde taşıdıklarımız asla veda edemediklerimizdi yer yüzünde.
Burada değil.
Zihnimde ki alt üst olmuş düşünceleri ve içimi bulandıran saçmalıkları yağmurlara tutsam.
Sonun da yeryüzündekilerden daha insan olsam.
Yalan bir rüyadan gülümseyerek uyansam..
    ***
İçim de huzur, ellerimde çaldığım yıldızlar, gözlerimin altında  yağan yağmurdan kalanlar.



15 Ağustos 2011 Pazartesi

Kızıl İnek

   Mesai saatinin bittiğini  haber veren  kafa şişirici zil çalmıştı.Elindeki okuması gereken yazıyı bıraktı, zaten dakikaları sayıyordu son bir saattir. Dışardaki gök yarılırcasına yağan yağmura bir kez bakıp ,şapka ve paltosunu aldı.Kirlenmiş, yer yer benek benek olmuş yakın gözlüğünü çıkarıp ön cebine koydu.Bugün de bitmişti.Karnından gelen gurultular ilk adresinin neresi olduğunu söylüyordu ona.Sokağın başındaki 'Dalyan Büfe'.Adı kulağa kaba gelen - hatta itici bile olabilir - bu yer her gece iş çıkışı uğradığı sabit mekanıydı.Sipariş verdiği yiyeceklerde aynıydı ;ton balıklı sandviç ve taze sıkılmış portakal suyu.Şemsiyeyi açıp kalabalığa karıştı.
   Cadde iğne atsan yere düşmeyecek haldeydi,yağan yağmurdan kaçmaya çalışanlar dikkatsizce yürürken,trafiğe takılıp kalmış araçlar sabırsızca korna çalıyordu.Onun acelesi yoktu.Şemsiyesi vardı ve  biraz ıslanmak ,yağmurda yürümek dinlendiriciydi.Sakin sakin yürürken omzunda bi acı hissetti ve geriye doğru sendelendi.Karşısın da 15 - 16 yaşlarında bir genç duruyordu.Hızlı hızlı yürürken onu görmemiş olmalı ki omzuna çarpmıştı.'Özür dilerim bayım ' diyerek yoluna devam etti.O ise öylece kalakalmıştı.Çocuğun saçları ,yüzündeki çiller ,ön dişlerinde ki belirgin çıkıklık..Abisinin aynısıydı bu çocuk.Ne zamandır abisini düşünmemişti.Kaç yıl olmuştu? Hızlıca hesapladı zihninden; 19 yıl..
  Abisiyle arasında 3 yaş vardı.Pek fazla konuşmazlardı.Beraber yaptıkları tek şey akşam anne ve babalarıyla yedikleri yemek ve aynı evin içerisinde kutladıkları doğum günleriydi.Dahası yoktu ne ortak arkadaş toplantıları ne de monopoly gibi oyunlar oynamak.O bitkileri severdi ,onlara dokunmayı yada böcekleri.Kavanoza doldurup yatağının altında saklardı.Tek başına yürüyüşe çıkardı.Karınca yuvalarına ağaç dalları sokar ,hayvanların kaçışmalarını izlerdi.Ağaca çıkar kuş yuvalarına evden getirdiği ekmek kırıntılarını ufalardı.Konuşmayı severdi aslında ama ona pek fırsat verilmezdi.Öncelik her daim abisinin olunca oda  kendini doğaya dinletiyordu.Abisi ; düz ,omuzlarına kadar inen kızıl saçları,gözünden hiç çıkarmadığı gözlüğü ve gülünce ağzından fırlayacakmış gibi duran çıkık sarı dişleriyle ,her daim elinde bir kitapla gezen çalışkan bir çocuktu (o hep inek derdi çalışkan değil hatta kızınca arkasından sessizce 'möööö, kızıl inek möööö.....' diye bağırırdı.Tabi sessizce.(!) ) Okul da her derste birinciydi.Ailesi iftihar ederdi. Tüm tebrikler kızıl ineğindi,tüm gururlar,tüm ödüller,tüm birincilikler,öncelikler...Başarısız bir öğrenci değildi o ;ama dereceleri de yoktu.Bu da onu abisinin gölgesi olmaya itiyordu.Abisinin arkasından gitmek ,yerde para ararmışcasına başı eğik yürümek,susmak vs. Gelecekte çok şey bekleniyordu kızıl inekten ama gelecek gelmeyecekti..
    O günü hatırladı.Tıpkı bugün olduğu gibi çıldırmışcasına yağmur yağıyordu.Abisiyle mutfak masasına oturmuş çorba içiyorlardı.İçinde her türlü baharat ve tahıl ürünlerinin olduğu abisinin çok sevdiği o çorbayı içerken olmuştu herşey.Abisi 7*9  diye sormuştu ,o hemen gülümseyerek '63'.Abisi peki 9*7 dediğin de duraksamış sonra 63 demişti.Abisinin ona pis pis sırıttığını görünce sinirlenip kalkmıştı masadan.Kendisi gibi olmasını istiyordu,tek sefer de hızlıca cevap vermesini.Herkes aynı olamazdı.Aynı ağacın yapraklarında bile şekil, boyut farkı oluyordu.İki farklı bireydi onlar,üstelik abisi sıkıcıydı ,inekti, kızıl  bir inek! O gün dışarda baya kalmıştı , eve geldiğinde annesinin çığlık ve hıçkırıklara karışan sesini duydu.Koşarak mutfağa gittiğinde abisinin kızıl saçlarının halıya dağılmış olduğunu gördü.Ağzının kenarından sarı bir su akmıştı.Belki çorba kalıntısı belki de başka bişeydi. Ağzı açık ,yüzünde yardım beklerken ,acı içinde ölmüş bir sıfat vardı.Nasıl olmuştu bu?Karşıdan karşıya geçerken bile hangi arabanın hangi olasılıklarla onlara çarpabileceğini ,yada yüzerken ne kadar nefessiz kalırlarsa boğulma ihtimallerinin olduğunu bir çırpıda hesaplayan ,süper zeka abisinin ;çorba içerken boğulup ölmesi tam bir trajediydi.
     Her zamanki yerine geçip sparişlerini verdi.Çaprazında hamburger yiyen bir adam vardı.Şapırdatarak son derece iğrenç bi halde  çiğnerken bir yandan patates tıkıştırıyordu ağzına.Ketçap çenesine bulaştı, silmedi bile.Onun arkasında ki masada kahvesini höpürdeterek içen orta yaşlı bir adam,gazetesini okumaktaydı.Frank Sinatra 'my way' çalıyordu içerde, hoşuna gitti belki bugün olan tek iyi şey buydu.Tam karşısın da kimseye aldırmadan öpüşen bir çift vardı.Kız bir an durup cama sıcak nefesini üfleyip buhar yaptı.İnce parmağıyla kalp yapıp ,içine iki harf yazdı.Belli ki kendi isimlerinin baş harfleriydi.İfadesiz baktı onlara çok saçmaydı ,zaten o sevmezdi kalpleri yada gözler önünde yaşanan vıcık  vıcık ilişkileri.
    Ton balıklı sandvicinden ufak bir ısırık alıp  yağan yağmura baktı. Yağmur taneleri camda hızlıca kayıp iz bırakıyordu.Sandalyesinden doğrulup sıcak nefesini cama üfledi ,oluşan buhara 'kızıl inek' yazdı.Yazıya bakarken abisini gördü , gülümsedi ona.Yerine oturdu tekrardan, bir yandan sandvicini yedi diğer yandan camda ki buhara yazdığı yazının yavaşça gözden kaybolmasını izledi..

3 Ağustos 2011 Çarşamba

...you can't fly away electric bird

    Bi kaç gündür çok sıkılıyorum.Hava zaten sıcak.Dışarı çıkası gelmiyor insanın.En gidilebilecek yer alışveriş merkezleri ,o da serin ve kapalı alan diye.Pek çekici gelmiyor bana.Herşey ağustos ayının suçu.Sevmedim hiçbir zaman bu ayı,tatilin son ayıdır,eylüle ne kalır? Bir de sıcak tabi.Camdan  bile bakasın gelmez .Kedi gibi olursun uyuşuk ,miskin , ruh halin kırılgan ,hatta zaman zaman öylece boşluğa bakan kendi halinde bi insan.
    Dün, önce ki günlere göre daha çok sıkıldım.Önce yeni başladığım ve henüz 50.sayfasına geldiğim 'Afrikalı Leo' yu karıştırdım, olmadı.Oturup dizi izlemeli dedim 1 bölüm chuck izledim olmadı.Kalktım akşama puding ve tavukgöğsü tatlısı yaptım amma velakin  kablarını şöyle bi parmakla yalayasım varken ramazan dolayısıyla onu da yapamadım.Televizyonu açsam dedim (tv ki hiç sevmem) eski dizilerin tekrarları.Diziyi baştan izlemediğim için ortasından girmek anlamsız, türlü türlü programlar ,hele ki bir flash tv var .. neyse. Dream tv göstermiyordu ( ne olmuş bilmiyorum) mtv de birkaç birşey izledim sarmadı.Biraz haber  en iyisi dedim Emre Belözoğlu na gözaltı olmuş yine canım sıkıldı.Sonra Cnbce ile aramıza giren soğukluğu hissetim.En son ölüp bittiğim csı:ny izlicektim ki ,türkçe dublajla yayınlanıyordu.O nasıl bir hayal kırıklığıydı.Çirkin ama karizmatik sesli Mac 'in (Gary Sinise) sesini duyunca yüzüm sinirden al al olmuştu.Türkçe dublaj olayı hala devam ediyormu bilmiyorum , açtığımda finans haberleri vardı.Moralim bozuldu kapadım televizyonu.Yine kaldık internete diyip açtım laptopu.Facebooka az baktım ,oyun oynadım.Sonra müzikte tıngırdasın derken dosyalarımı karıştırıyordum ki uzun zamandır dinlemediğim bir şarkı gözüme çarptı , 'Sia-electric bird'. Hemen açtım.Melodiyi duyunca kendi kendime sırıttım ve ürperdim ; çünkü şarkıyı ilk şubat ayında yarıyıl tatilinde dinlemiştim.Şubat ayına geri döndüm.Son ses açıp ,kaloriferin dibinden camdan dışarı bakardım, o tane tane yağan kar tanelerine , evimizin az aşağısında başlayan yokuşta yürüyen insanlara.elimde limonlu yeşil çayımla.Arada camı açardım ,serin bir rüzgar yalardı yüzümü ,hınzır birkaç kar tanesi de yapışırdı saçıma ilk fırsatta.İçimi çektim.Ne güzel günlerdi serin serin .Gün içinde kaç kere dinlediğimi bilmeden hep dinledim tatil boyunca bu şarkıyı.(sia kendi şarkısını benim kadar dinlememiştir heralde)
   Havaya girip  arka arkaya eskilerden dinledim.Fark ettimde hepsinde aynı şey oldu.Geçmişte nasıl bir ruh haliyle yada nasıl zamanlar da dinlediysem şarkıları onlara büründüm teker teker.Unuttuklarımı hatırladım.Him dinledim mesela ne çok zaman olmuş 'poison girl' dinlemeyeli.Lisedeyken eve gidiş ve dönüşlerde hep listemdeydi.Eskileri kurcaladım durdum gün boyu.Dvd ye koyup bir kenara attıklarıma baktım.Neler çıktı ,ne şarkılar ne anılar.Sonra gördüm ki bütün can sıkıntım gitmiş ,yemek vakti gelmiş,eskiler kurcalanmış ve electric bird günümü kurtarmış.